YERÇEKİMLİ KARANFİL – EDİP CANSEVER


Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde Oysaki seninle güzel olmak var Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor. Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte Sen de bir başkasına  veriyorsun daha güzel O başkası yok mu bir yanındakine veriyor Derken karanfil elden…

İcabına Baksalardı – Konstantin Kavafis


(Türkçeleştiren: Can Yücel) Berduşlara döndüm, meteliksiz kaldım, Antakya denen bu körolası batakhane perişan etti beni. Yine de delikanlılığına delikanlıyım, daniskasını hatmetmişim Elenika’nın, kaç kereler devretmişim Aristo’yu, Eflatun’u, hangi şairden, hangi hatipten, hangi mevzudan söz açarsan aç, ıcığına cıcığına arifim. Eh, zanaat-ı askeriyeden de pek habersiz sayılmam, düşüp kalkmışlığım var alay albay miralayla; umur-u devletten de…

ÇAĞIRILMAYAN YAKUP – EDİP CANSEVER


I Kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi Yakup Bunu kendine üç kere söyledi Onlar ki kalabalıktılar, kurbağalar O kadar çoktular ki, doğrusu ben şaşırdım Ben, yani Yakup, her türlü çagrılmanın olağan şekli Daha hiç çağrılmadım Biri olsun “Yakup!” diye seslenmedi hiç Yakup! Diye seslenmedi ki, dönüp arkama bakayım Ve içimden durgun ve çürük bir suyu düşüreyim Ceplerimdeki…

Akçaburgazlı Yekta’nın Mahkeme Kararını Aldığında Söylediği Mezmurdur – Turgut Uyar


Önce onların yanında çok iyi yüz gördüm. Beni kapıdan karşılayıp ağırlarlardı. Sofralarına konuk ederlerdi. Onlar iki kişiydi ben birdim. Bana elmadan sıkılmış soğuk sular sunarlardı. Kapılarını kapım bellemiştim. Evlerinde oturacak yerim vardı. Önce onların yanında çok iyi yüz gördüm. Evleri gürültülü şehirden iki bin ayak uzaktaydı. Tahtadan yapılmıştı. Beni kapıdan alırlardı, -hoş geldin- derlerdi, onları…

GÜNLÜK İŞLERDENMİŞ GİBİ ÖLÜM – İLHAN BERK


Dönüp duruyor yol. Sonunda orda durduk Açık kapıdan gördük, oturmuş yün eğiriyordu Elinde kirmeni. Kocaman bir yumak kapının orda yuvarlanıp kalmıştı. Eşikten başımızı uzatıp: “Nasılsın?” dedik. Sanki bir sandalyenin yerini değiştiriyormuş gibi “Ölüp gidiyoruz işte!” dedi, kaldırmadan başını. Günlük işlerdenmiş gibi ölüm. Bir rüzgar dövüp duruyordu önündeki denizi Arada bir başını kaldırıp baktığı.

PESÜS – EDİP CANSEVER


I Ben denizin kumları üzerinde durdum Bir heykel tadında olan ve bunu geçen Bir şekilde denizin kumları üzerinde durdum Durdum ki, şehrin son kalıntısı onu unutmak olsa gerek Diyordum. Ve bütün ayrıntılarından sıyrılmış bir düzlüğün Ayrı bir nesne gibi, daha sonra da Hiç görmediğim bir yaratık gibi üstüme gelmeye başladığı Bir şey olsa gerek Ben…

UMUTSUZLAR PARKI – EDİP CANSEVER


I Biliyorsunuz parkların Sizi çağıran tarafları İnsanın gizli, karanlık köşeleriyle oranlı Orada saklanıyor onlar Çünkü her türlü saklanıyorlar orada Bir yağmur öncesinin loş sokaklarıyla Dağınık mavisiyle gözlerinin Sevgi vermez kadın uçlarıyla Korkuya, sadece korkuya sığınmış olarak Eskimiş, kurtlanmış ikonlarıyla kiliselerinin Yalvaran bakışlarıyla – nasıl da sevimsiz – En kötüsü, belki de en kötüsü Bir duygu…